Page 22 - seanews_june

Basic HTML Version

Deneme
20
June 2013
İ
talo Calvino “Görünmez Kentler”
Kitabında bazı kentlere karadan
bazılarınaysa denizden gidildiğini,
nereden gidildiğine bağlı olaraksa
kentin farklı bir yüzüyle karşılaşıldığına
ilişkin yazdıklarıyla iz bıraktığı algıma,
şehrin izlerini bulduğum, bir şehri gece terk
ederken bir başkasına, bir başka sabahın
erken saatlerinde varmanın, ya da sabah terk
edip, aradan geçen uzun günlerin sonunda
ve bir başka gecenin takviminde ve mutlaka
denizden varmanın, geçen zamanı yok saya-
bilecek, uykuya yatmakla uykudan uyan-
mak arasında bir zamana sıkıştırılabilecek
heyecanında uzun, uzak imgeler bırakır.
D
enizden varılan bir kentin, günün
hangi saatinde varıldığıyla ilg-
ili başka yüzleri karşılar insanı
ilk olarak. Doğan günün kızılı,
günbatımının yalnızlığı-en çok yalnızlık
demektir günbatımı-, gecelerin okyanuslarla
yarışan uçsuz bucaksız karanlığı-bulduğunuz
ya da kaybettiğiniz ya da hep peşinden
gittiğiniz bir düşün yansımasıdır o son-
suz karanlık-, ya da yıldızlarla paylaşılan
ağırlığından sıyrılıp varılan şehir ışıkları-
bir hayale varış ve kaçınılmaz yeni bir
hayalin ardından göz kırpan bir uğurlama
törenidir de aynı zamanda-… Bazen kişiye
göre hissi değişen bir ya da birkaç gecenin,
ağırlıkla da uzun süreli zamanların ardından
varılır. Birkaç gün ya da birkaç on gün
arasında değişen zamanlarla değişen zaman
algınız, birbirini tekrar eden ve diğer yan-
dan bazen bir gün öncesine ya da sonrasına
hiç benzemeyen günler arasında, iki mavi
ya da iki koyu karanlık arasında geçer yol-
lar. Hiç bitmeyecek sandığınız bir noktada,
yanılsamaya düştüğünüzü düşündürecek
uzaklıktan gözlerinizi alan bir ışık, bir başka
tekne, bir gemi, ya da sizinkinden farksız
bir arayışın seyir fenerleri değilse, artık
varacağınız bir şehrin ilk göz kırpışlarıdır.
Şehri aydınlatan sayısız ışık, liman kapısında
bekleyen kırmızı ve yeşilin arkasında, hari-
talarla ve haritalarda varılan bir uzaklıktadır.
Ö
nce hayallerde varılır bir
kente. Yapılacakların kurgusu
düşler kurdurur insana. Neler
bulacağını, ne beklediğini bil-
meden varır, karşına çıkacaklara hazır,
hayallerini sunarsın kente. Kentin üstüne
düşenleri yapmasını bekler ya da sen hay-
ali olursun kenti bütünleyen bir parçanın.
Sana verdikleri, sahip olabildiğin kadar ren-
klendirirken hayatını, senden götürdükleri-
yle de senindir yine de. Sen büyüdükçe
küçülen dünyanın, ya da sen kapladığın yer
kadar küçüldükçe dünyada, hayallerle büyü-
meye devam edecek, sen vardığını sandıkça
senden uzaklaşıp, arkasından sürükleyecek
imgelerle vardığın hayallerinin denizleri, o
denizlerin kentleri, demiri kopmuş bir gemi
gibi salınıp duracak hayallerinde.
S
onra haritalarda varılır bir kente.
Üzerinden geçtiğin denizlerin,
geçirdiğin günlerin, gecelerin,
yalnızlıkların armağanıdır henüz
ayak basmadan haritalarda vardığın kentler.
Daha varmadan işaretlemeye başlarsın har-
ita üzerinde geçtiğin yolları. Rotanı çizmiş,
varacağın kenti bir daireye almış, varış
yollarında yaşadıklarını, görüp, düşündüğün,
hissettiğin her şeyi haritaya işler gibi
işlersin belleğinin coğrafyalarına. Arkada
bıraktığınla önüne aldığın yollar arasında, iki
okyanus boyu mesafe görürsün bazen. Sanki
o yolları aşan sen, önündekileri aşacak olan
bir başkası gibi gelir, haritanın gerçeğiyle
algının gerçekleri arasındaki yaşanmışlık
detaylarında. Gün olur dolar, gece olur biter,
yaz olur, kış olur, mevsimler geçer, fırtınalar,
sayısız detay geçerken yol boyu aştığın ve
vardığın sulardan, haritaya bakar, varmış
sayarsın kendini ve yol boyu gerçeklerin
arasında köşede bir yerlerde beklemiş hayal-
lerini ısıtırsın…
S
onra gerçekte varılır bir kente.
Artık yaşanacak ne varsa, kent
kendini sunarken sana, sen de ona
verirsin bütünüyle kendini. Sen
onu yaşarken, o da seni yaşıyordur. İzler
bırakırsınız birbirinize, düşlerinize, ger-
çeklerinize, bazen bedenlerinize birbirin-
izin... Hayalden ve haritadan çıkmış
gerçek, artık birebir senin olan ve senin
sunduğun, bir zaman sonra anı olacak ve en
son anılarda varacağın bir uzaklıkta, ama
kaçınılmazındadır yine bir kentin. Nerde
olduğun, ne yaptığın, hangi dünyada nasıl
bir gerçekte olduğun, anıyı güçlendiren ya
da izlerini belirginleştiren, silikleştiren birer
imge gibidir artık. Gerçekten bağımsız, bir
gerçeğin dışına da düşmeden, her zaman
varılan, daha öncede varılmış, her zaman
senin olan bir yerde ve sana kadar bir
uzaklıktadır artık orası.
Ö
yle ki aylar, yıllar, aşklar, acılar,
fırtınalar geçer üzerinden ve
yaşanmış her şey demir atar
belleğe ve en son anılarda varılır
yine o yerlere… o denizlere, o kentlere…
Bazen, zamanı açık denizde ve karada
farklı parametrelerle yaşarken yaşantının
detaylarına takılan iz’ler, zamanı geldiğinde
onları yerlerinden kaldıracak yeni detaylara
takılır ve dönüp bakmaktan, el değmemiş bir
koyda, daldığınız bir akvaryumu seyrederken
gözden kaybetmemeye çalıştığınız tekne
demirinin güven veren ağırlığında, farklı
duygularla bazı şeyleri yeni görüyormuş
gibi hissetmekten alıkoyamaz insanı. Zira
verdiği güvenin ağırlığında demire yaslanan
akıl, denizden varılmış kentlere, zamana ve
eşyaya kazınmış anılara ve bellekte açılmış
bir yaranın derinliğine takılır. Vira bismillah
der, demiri koparmak istersiniz o derinlikten.
Ö
yle ağır gelir ki demir, çek-
tikçe görürsünüz ki; deni-
zler, kentler, anılar ve
yaralar ve demir, iz bırakır
düştüğü, oturduğu yerlerde. Anılarda ve
anılarla varılan iz’lerin gölgesinde zamana
ve yaşantının detaylarına cevaplar ararken
bulduğunuzsa, denizle aranızdaki karşı
konulmaz ilişkidedir artık:
Aşk, denize düşmüştür…
n
Aşk, denize düştü...
Sitem Ateş